Pauline ve Hermann çifti neredeyse doğduğu andan beri tuhaf ve diğerlerinden farklı olan oğulları yüzünden dertliydiler. Oğulları doğduğunda başı normalden hafif büyük ve biçimsizdi. Bebek biraz büyüyüp konuşma çağına gelince maalesef konuşamadı. Ailenin endişeleri gittikçe artıyor ve haklı bir hal alıyordu. Küçük çocuk üç yaşında ancak konuşmayı öğrenebildi. Okula başladığında diğer Yahudi çocuklarının aksine yabancı dil öğrenirken çok ciddi sıkıntılar çekti. Saldırgan, sevilmeyen ve yalnız bir çocuktu. Sayısal derslerde iyiyken dil, tarih gibi sözel derslerde tam bir facia idi.
On beş yaşında okulu bıraktığında öğretmenleri bu haberi büyük bir memnuniyetle karşıladılar. Albert’se Zürih Politeknik Okulu’na girmeye karar vermişti. İlk denemede bu okulu kazanamadı ancak yoğun ve gayretli çalışmaları nihayet meyvelerini verdi ve nihayetinde bu okula girdi. Yüzyılın en büyük bilim adamlarından biri olarak bilimsel devrimlere imza attı. Pauline ve Hermann çiftinin oğlu Albert Einstein’dı. Bu büyük dahi çocukken büyük bir meziyet gösteremedi. “3 yaşında okumayı öğrendi, 8 yaşında Dünya hafıza şampiyonu oldu, 12 yaşında üniversiteye kabul edildi…” gibi, marjinal ve başarılarla dolu bir hayat hikayesi görüldüğü üzere ortada yok. Aksine kötü bir çocukluk ve başarısızlıklarla dolu bir hikaye… Kahramanımız üç yaşında konuşamıyordu bile. On beş yaşında okulu bıraktığında öğretmenlerini sevindirecek kadar başarısız bir öğrenim hayatı geçirmişti. Belki de tüm zamanların en ümitsiz görünen öğrencisiydi. Anne babası, Albert’in geçimini nasıl sağlayacağı konusunda endişeleniyordu. Oysa herkes yanılmıştı, Einstein ismi ilerde “dahi” ile eş anlamlı olarak kullanılacaktı.20. ve 21. yüzyılın bilim ikonu kabul edilen, dağınık beyaz saçlarıyla tanıdığımız Albert Einstein, 1933’te çok sevdiği Almanya’yı terk etmek zorunda kalınca önde gelen Yahudi bilim adamlarının yaptığı gibi Amerika Birleşik Devletleri’ne yerleşerek ömrünün geri kalanını Princeton’da geçirmiş, burada hayata veda etmişti.Einstein’in Beyni Nerede?1970’lerin ortalarında gazeteci Steven Levy, Einstein’ın beyninin iki farklı kavanozda saklanmış olduğunu kamuoyuna duyurdu. Bu gizlenen de birşey değildi aslında. Einstein’ın beyni Dr. Thomas Harvey tarafından 240 parçaya ayrılmış olarak özel solüsyonlu bir kavanozda saklanıyordu. 1996’da bu kavanoz Princeton Hastanesi’nin baş patologu Dr. Eliot Krauss’a teslim edildi.Albert Einstein’ın Beyninde Farklı Olan Neydi?Zeka ve bilimle özdeşleşen Einstein’ın beyninde diğer insanlardan farklı olan neydi? Bilim insanları Einstein’ın beynini inceledi. Beyin hücrelerinin sayısı, aynı yaştaki insanların beyin hücreleriyle karşılaştırıldı. Bir farklılık yoktu. Yapılan bölgesel analizlerde beynin muhtelif alanlarındaki nöron sayısı ve gliyal hücrelerin sayısı karşılaştırıldığında yine bir farklılık yoktu. Tek bir farklılık vardı: Paryatel kortekste, 39. Broddman alanında. Bu alan kulak kepçemizin üst tarafındaki alandır.90’lı yıllarda Dr. Sandra F. Witelson ve arkadaşları Einstein’ın beynini aynı yaştaki otuz beş kişinin beyniyle karşılaştırdılar (1999). Einstein’ın beyin yarımküreleri diğerlerinden daha geniş olmakla birlikte genel olarak bariz bir büyüklükte de değildi.Witelson’un incelemesinde Einstein’ın sol ve sağ paryatel lobunun diğer beyinlerden %15 daha geniş ve yapısal olarak da daha farklı bir yapıya sahip olduğu bulgulandı. Einstein’in beyninin paryatel operkulumu olan ve bir kısmı eksik olan lateral oyuğu daha kısaydı. Benzer özellikler başka bilim adamlarının beyinlerinde de görüldü.Kalıtım ve çevrenin zekâlarımız üzerinde nasıl bir belirleyici rolü olduğu yıllardır üzerinde durulan bir konudur. Zekâmızı belirleyen ne tek başına kalıtım ne de tek başına çevredir. Kalıtım ve çevre birlikte etkileşim kurarak zekâmızı belirlemektedir. Kalıtım, zekâ için genel bir malzeme sunar, çevre ise bu ürünü ekler, geliştirir, bazen de köreltir.Los Angeles’teki Kaliforniya Üniversitesi’nden Paul Thompson’un zekâ ve kalıtım üzerine yaptığı araştırmalar son derece aydınlatıcı bilgiler sunmaktadır. Thompson çift ve tek yumurta ikizlerinin beyin görüntülerini incelemiş ve IQ’yu belirleyen şeyin beyindeki gri ve beyaz madde oranından kaynaklanabileceğini öne sürmüştür. Thompson tek yumurta ikizlerinin beyinlerindeki gri ve beyaz madde oranının aynı olduğunu, çift yumurta ikizlerinin ise aynı olmadığını bulgulamıştır. IQ puanlarını karşılaştırdığında tek yumurta ikizlerinin IQ’ları aynıyken çift yumurta ikizlerinin IQ’ları aynı değildi. Thompson’un savını destekleyen bir olgu da doğumdan sonra ayrılıp, farklı çevrelerde büyütülen tek yumurta ikizlerinin zekâlarının birlikte büyüyenlerle çok yakınlık göstermesidir. Thompson’un bu araştırması zekâ ile kalıtım arasındaki ilişkiyi çok net biçimde gözler önüne sermektedir.Kalıtım, zekâ üzerindeki çok önemli bir belirleyici olmakla birlikte çevrenin önemi de büyüktür. Princeton Üniversitesi’nden Claire Rampon’un fareler üzerinde yaptığı araştırmalar çevresel uyarıcı zenginliğinin zekâyı olumlu yönde etkilediğini göstermiştir (2000). Bu araştırmaya göre uyarıcı açısından zengin ortamda üç saat geçiren farelerin dahi zekâlarında bir farklılık oluşmuştur.Zeka üzerine paylaşmaya devam edeceğim. Bir sonraki yazıda Einsteın’ın “Fizyonomi” yani yüzden karakter analizi özelliklerine de değineceğim.Sağlıcakla, dostlukla, muhabbetle.
Dr. Habib Demirel
Kaynak: http://www.habibdemirel.com/52/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder